Ne tuhaf dönemdir o...
Bir bakarsın 1-2 ay içerisinde, pembe yanaklı bir şirine olarak bıraktığın çocuk Faun, ( mitolojide Keçi bacaklı, insan gövdeli yaratık.),

kızlar da kovalamaca oynayan Pamela Anderson'lara dönüşmüş....
Beden kontrolü sıfır olduğundan, bol frikik verilen bir dönemdir tabi... Sık sık oturuşumuz, duruşumuz hakkında uyarılar alırdık...
Bu dönemde geçmişten farklı olarak asi yönüm ortaya çıkacaktı... Bu durum herbirimizde Ergenliğin bir yan tesiriydi aslında...
Okulumuzda ilk defa bir Talent Show düzenleniyordu...
Bunun bir yarışma mı yoksa herkesin yeteneğini demonstre etmesinden mi ibaret olup olmadığını hatırlamıyorum ancak biz Lise 2 Edebiyat Sınıfı olarak 'Reklamlar' adında Komedi kesitleri türünde kendi senaryolarımızı hazırlayıp sahnelemiştik...
Benim içinde bulunduğum senaryoda rolüm, Lise 1'de tarzını ezberlediğim sevgili Coğrafya hocam Gülseli hanımın epey karikatürize edilmiş taklidini yapmak olmuştu...
Senaryonun adı ''ÜÇ''... ( Bir önceki sene kendisinden aldığım tek not'tur..... ÜÇ!)
Komik olan aldığım not değildi de Gülseli hanımın ''Üç'' notunu veriş biçimiydi....
Sözlüde 10 soru sorardı mesela, hepsine iyi kötü cevap verirdim ( yada verirdik dimi Ayşe ! ;) )...
2-3 dakika boyunca bir ileri, iki geri yürür, bakar, bakar, bakar ve tam beklemediğiniz anda fır döner, ''Üç'' deyip ödünüzü koparırdı ve yeni kurbanını seçmek üzere hızla masasına dönerdi :)
O günleri bizlerle yaşamayana anlamsız gelecektir bu tabi.
Bozguna uğramış bir şekilde kalakalırdık...
Hayır bizim anlam veremediğimiz, ''Üç'' vermek için niye bu kadar beklediğidir?
Yani sonuçta 1-2-3...
ÜÇ ! yani... Hesabı yok bunun....
İşte biz de gözümüzü karartarak bu anları karikatürize edip sunduk okula...
Epey de başarılı olmuşuz ki, ertesi gün Gülseli hanıma Orta sınıflardan bir öğrenci '' Hocam siz sahnede ne arıyordunuz ? '' diye sormuş :)))
Çok şükür okulumuzdaki tüm öğretmenlerimiz, espri anlayışları yüksek ve olgun insanlardan oluşuyordu da taklitlerimizin bedelini ödemek durumunda kalmamıştık...
Talent Show'dan sonra senaryosunu Sabriye hanımın yazdığı 'Ne Seninle, Ne De Sensiz' adında bir oyunda Nişanlısı tarafından terkedilen bir kadını canlandırmıştım.
Sahne tozu mu yuttum, ışıklar mı etkiledi bilmiyorum ama Tiyatro beni epey cezbetti bir süre...
Hatta Mimar olmak konusundaki hedefimi bile sorgulamama sebep olmuştu...
Öğretmen - Aile toplantılarından birinde hocam ( Sabriye yada Zuhal hoca, hatırlamıyorum) bu konuyu dile getirmiş ve ailemi, beni Konservatuar'a yöneltmelerinin iyi bir fikir olabileceği konusunda aydınlatmışlardı.
Tiyatronun gerektirdiği özveriyi Babam bana özetleyerek çok rahat anlayacağım bir dille paylaşmıştı ;
'Her akşam insanları eğlendiren mi yoksa eğlenen mi olmak istiyorsun ?' diye sormasıyla, farazi Tiyatro aşkımın Platonik bir sevdadan öte birşey olmadığını anlamıştım...
Ancak bugün bile içimde kalmadığını söyleyemem yine de...
Yıllar sonra Şahika Tekand'ın Stüdyo Oyuncuları grubunda bu konuda bir girişimim olduysa da, zaman içinde duygularıma olan bağlantım yada duygularımı yansıtma yeteneğimin köreldiği hissine kapıldım... Eskiden olduğu gibi durumun içine giremiyordum sanki.
Ne demişler;
'Ağaç yaşken eğilir'...
Talent Show videomuz var mı acaba...
Bu yıl Mezuniyetimizin 20inci yılını kutlayacağımız etkinlikte Barkoda izletmek güzel bir fikir olabilir belki....