Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Ocak 2012 Perşembe

''ÜÇ''

Çok şükür Lise 1'in kara bulutları, Lise 2'nin başlamasıyla yerini oldukça keyifli, aydınlık günlere bırakacaktı...

Ne tuhaf dönemdir o...
Bir bakarsın 1-2 ay içerisinde, pembe yanaklı bir şirine olarak bıraktığın çocuk Faun, ( mitolojide Keçi bacaklı, insan gövdeli yaratık.),



kızlar da kovalamaca oynayan Pamela Anderson'lara dönüşmüş....

Beden kontrolü sıfır olduğundan, bol frikik verilen bir dönemdir tabi... Sık sık oturuşumuz, duruşumuz hakkında uyarılar alırdık...

Bu dönemde geçmişten farklı olarak asi yönüm ortaya çıkacaktı... Bu durum herbirimizde Ergenliğin bir yan tesiriydi aslında...

Okulumuzda ilk defa bir Talent Show düzenleniyordu...
Bunun bir yarışma mı yoksa herkesin yeteneğini demonstre etmesinden mi ibaret olup olmadığını hatırlamıyorum ancak biz Lise 2 Edebiyat Sınıfı olarak 'Reklamlar' adında Komedi kesitleri türünde kendi senaryolarımızı hazırlayıp sahnelemiştik...

Benim içinde bulunduğum senaryoda rolüm, Lise 1'de tarzını ezberlediğim sevgili Coğrafya hocam Gülseli hanımın epey karikatürize edilmiş taklidini yapmak olmuştu...
Senaryonun adı ''ÜÇ''... ( Bir önceki sene kendisinden aldığım tek not'tur..... ÜÇ!)

Komik olan aldığım not değildi de Gülseli hanımın ''Üç'' notunu veriş biçimiydi....

Sözlüde 10 soru sorardı mesela, hepsine iyi kötü cevap verirdim ( yada verirdik dimi Ayşe ! ;) )...
2-3 dakika boyunca bir ileri, iki geri yürür, bakar, bakar, bakar ve tam beklemediğiniz anda fır döner, ''Üç'' deyip ödünüzü koparırdı ve yeni kurbanını seçmek üzere hızla masasına dönerdi :)

O günleri bizlerle yaşamayana anlamsız gelecektir bu tabi.

Bozguna uğramış bir şekilde kalakalırdık...
Hayır bizim anlam veremediğimiz, ''Üç'' vermek için niye bu kadar beklediğidir?
Yani sonuçta 1-2-3...
ÜÇ ! yani... Hesabı yok bunun....

İşte biz de gözümüzü karartarak bu anları karikatürize edip sunduk okula...

Epey de başarılı olmuşuz ki, ertesi gün Gülseli hanıma Orta sınıflardan bir öğrenci  '' Hocam siz sahnede ne arıyordunuz ? '' diye sormuş :)))

Çok şükür okulumuzdaki tüm öğretmenlerimiz, espri anlayışları yüksek ve olgun insanlardan oluşuyordu da taklitlerimizin bedelini ödemek durumunda kalmamıştık...

Talent Show'dan sonra senaryosunu Sabriye hanımın yazdığı 'Ne Seninle, Ne De Sensiz' adında bir oyunda Nişanlısı tarafından terkedilen bir kadını canlandırmıştım.

Sahne tozu mu yuttum, ışıklar mı etkiledi bilmiyorum ama Tiyatro beni epey cezbetti bir süre...
Hatta Mimar olmak konusundaki hedefimi bile sorgulamama sebep olmuştu...

Öğretmen - Aile toplantılarından birinde hocam ( Sabriye yada Zuhal hoca, hatırlamıyorum) bu konuyu dile getirmiş ve ailemi, beni Konservatuar'a yöneltmelerinin iyi bir fikir olabileceği konusunda aydınlatmışlardı.

Tiyatronun gerektirdiği özveriyi Babam bana özetleyerek çok rahat anlayacağım bir dille paylaşmıştı ;

'Her akşam insanları eğlendiren mi yoksa eğlenen mi olmak istiyorsun ?' diye sormasıyla, farazi Tiyatro aşkımın Platonik bir sevdadan öte birşey olmadığını anlamıştım...

Ancak bugün bile içimde kalmadığını söyleyemem yine de...

Yıllar sonra Şahika Tekand'ın Stüdyo Oyuncuları grubunda bu konuda bir girişimim olduysa da, zaman içinde duygularıma olan bağlantım yada duygularımı yansıtma yeteneğimin köreldiği hissine kapıldım... Eskiden olduğu gibi durumun içine giremiyordum sanki.

Ne demişler;
'Ağaç yaşken eğilir'...

Talent Show videomuz var mı acaba...
Bu yıl Mezuniyetimizin 20inci yılını kutlayacağımız etkinlikte Barkoda izletmek güzel bir fikir olabilir belki....

20 Ocak 2012 Cuma

Rastgele 3 ( Kimler Geldi ! )

Lise 1'de yaşanılan intibak süreci ve tüm zorluklar, Lise 2'nin başlamasıyla beraber son bulmuş görünüyordu.
Şimdi sıra, bulunduğum ortamı tanıma ve kendime yeni çevremde bir yer edinebilme çabasına gelmişti....

Daha önce fırsatını bulamadığım ;
Ben neredeyim ?, Bana ne oldu?, Ben kimim? gibi soruların hepsi cevaplanmayı bekliyordu...

Bu günlere birebir tanıklık etmiş bir arkadaşım da vardı...

Özge...

İstanbul'a taşındığımız ilk gün tanıdığım, ilk akranımdı...
Sebebi, sadece sınıf arkadaşım olmakla kalmayıp aynı zamanda oturduğum Apartmanda da komşum olmasıdı.
Kendisi de benzer bir geçmişe sahip olarak, İlkokul'u Baba'sının görevi dolayısıyla Washington DC'de tamamlayıp, Ortaokul'dan itibaren eğitimini İstanbul'da sürdürüyordu...

Sanki bana refakat etmekle görevlendirilmiş, Koruyucu Meleğimin bana bahşettiği ilk kişiydi...

Öyle olduğunu düşünüyorum çünkü, henüz 1 yıl evvel hizmete geçmiş olan Koç Özel Lisesi'nin o sıralarda sadece Orta hazırlık, Orta 1 ve Lise Hazırlık, Lise 1 sınıfları vardı ve toplamında 400 kişiydik.
İstanbul Nüfusunun o yıllarda 7-8 milyon olduğunu düşünürsek, Özge ile aynı Okula ve Sınıfa iştirak ederken, aynı Apartmanı da paylaşmamızın olasılığı oldukça zayıf bir ihtimaldi...

Dünya küçük olabilir ama inanın İstanbul o sıralar Koç'lulara göre çok büyüktü :)
Hele benim için keşfedilmemiş bir Yeni Dünya kıvamında idi...

Lise 1'in acısını Lise 2'de suç ortağımla beraber fena çıkaracaktık tabi :)

Bunun ilk emareleri, başarıyla sonuçlanan bütünlemelerimin ertesinde Yaz'ın başlamıştı...
Özge ile Sınıf ve Apartman birlikteliğimiz, ailelerimizin Marmara Ereğli'sinde aynı siteden aldıkları Yazlıklarla da birkez daha taçlandırıldı....

Aman allahım... Okul'un açılmasına 2-3 hafta kala ne azmak!!!

O yıl, yazlık konseptini yeni keşfettiğimizden ve ailemiz bizi Kartal gibi gözetlediğinden olsa gerek, azmak konusunda performans gösterememiştik ancak bütünlemelerimden sonra ailemin, beni Özge'lere emanet ederek İngiltere'ye 1 haftalığına gitmesi bir içim su gibi geldi ikimize ;)
Tabiki bu fırsatı tepmeyip Özge ile benim evde kalıyorduk...
Ne de olsa aynı apartmandaydık ve Annesi Filiz teyze, birkaç kat üstümüzde bize göz kulak oluyordu...

Ne olabilirdi ki yani 1 haftada ?
Başımıza ne gelebilirdi ?....

Ne gelmedi ki ?.... :))))))

Gerçi Özge'nin annesi Filiz teyze oldukça uyanık bir hatun olup bize fazla göz açtırmazdı ama biz yinede bir fırsatını bulur fırlamalık yapardık yada yaptığımızı sanardık, orası belli değil.

Koskoca ev bizim oyun bahçemize dönüşüverdi birden ve aramıza yeni arkadaşlar da katıldı...
Aslı ile Pelin...

Su savaşları mı dersiniz ?
Yemek pişirme denemeleriyle tava yakmalar mı ?
İçkileri karıştırıp kusmalar mı ?
Anahtarı unutup kapıda kalmalar mı ?
Gözümüzde pek büyüttüğümüz Cine 5'in geçici 'Kırmızı Nokta' kuşağı aboneliği siparişi mi ?
( Annemler seyahatten dönmeden aboneliği sonlandırabileyim diye canım çıkmıştı... Oysa o dönem 'Erotik Film'in anlamı ; Mayo giyip danseden aptal bir kadınla öpüşüyormuş gibi yapan Eskimo kılıklı bir adamdan ibaretti.... Uzuv muzuv görünmez, hatta nemelazım bir kaçak olursa diye belli bölgeler, bugünlerde aşina olduğumuz Sigara sansürüne maruz kalırlardı... Çiçekli olanından değil tabi, çok şükür :) )

Ne acaip değil mi ? Cinsellik konusunda, 25 yılda bırakın ülkemiz bi kenara, Dünya'nın kaydettiği aşama çok enteresan.... George Michael'dan ''I Want Your Sex'' parçası 1980'lerin ortalarında yasaklanmıştı İngiltere'de... Şimdilerde adam NY polisiyle Umumi Tuvalette basılmasının klibini yayınlayabiliyor oysa...

Pardon pardon !!! :)
Nostalji yapalım diye klibi link'leyecektim ancak klibin GERÇEK VERSİYONUUUUU
maalesef  'ÜLKEMİZDE' YAYINLANAMIYORMUŞ !...
Sansürlenmiş yani :) Sürpriiiizzzzzzz !!!

Neyse canım sorun yok !
Onun yerine bu klibin TSE belgeli versiyonunu ekliyorum!!!

Haydi bakalım hobaaaaaaaaaa !!!!! ;



DEVAMI YARIN UMARIM...... FENA GAZLANDIM >>>
Hoşçakalın.....

19 Ocak 2012 Perşembe

Rastgele 2 ;)

Lise 1 hayatımın en Sürmenaj dönemi olacktı...
Edebiyat, Kompozisyon, Tarih, İnkilap Tarihi ve Coğrafya, hepsi Türkçe'ydi.
Geriye kalan Fen ağırlıklı dersler de İngilizce...

İlk dönem Beden Eğitimi ve İngilizce hariç hepsinden çaktım.

İkinci dönemin başında ailem, ani bir manevrayla okul dışı özel ders almam gerektiğine kanaat getirdiler.
Okul ve Özel hocalardan arta kalan zamanlarda Annem ve Babam, benimle ayrı ayrı ilgilendiler.

Babam çoğunlukla Fen ağırlıklı olan derslerime yardımcı olurken, Annem Türkçe olanları toparlamaya çalışıyordu.
Bir ara uykumda bile kulağıma Coğrafya-Tarih fısıldadığı olmuştur çaresiz... Hiç abartı yok  :)

Çin işkencesi gibi gelebilir bu durum size ama inanın gerekliydi...

İngiltere'de bulunduğum dönem boyunca Türkçe'mi unutmayayım diye evde hiç İngilizce konuşulmazdı. Annem beni her okula bırakışında yol boyunca Atasözleri mırıldanıp, bunların ne anlama geldiğini anlatmamı isterdi benden... İş Türkçe kitap okumaya veya yazmaya gelince, hemen orada toz olurdum.

Bu sebeple Lise 1'e başladığımda ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldım...

İlk 3 ay rüyalarımı İngilizce görürken, bir anda ve uzun bir süre rüyalarımı sessiz film olarak görmeye başlamıştım. Ağızlar oynuyor ama ses çıkmıyordu.

Bunun ciddi bir soruna doğru gittiğini ilk Babam farketti...
Oldukça iyi ve aksansız konuştuğum Türkçe'yi okuduğumda anladığımı ama anlatamadığımı fark etti.
Bir akşam hepberaber oturmuşuz masa başına Annem Coğrafya çalıştırıyor... Klasik ben içimden okuyorum sonra notlarımı Anneme devredip soru sorduruyorum.
Soruyor ve cevap gelmiyor.... Tekrarlıyor, tık yok...
Nasıl yani ? diye bakıyorlar birbirlerine.

Babam sonunda feryat edip '' kızım 10 kere okudun! Nasıl cevap veremiyorsun ?'' diye sormasıyla
'' Babacım okuduğumu anlıyorum ama anlatamıyorum'' dedim,
endişheli bir bakışla Babam,
'' İngilizce anlat ozaman'' dediğinde noktasına virgülüne varana kadar tercüme ettim anladığımı ve rüyalarım konusunda da itirafta bulundum.

Tabi herkes şok !

Annem Jeolog, Babam da Jeofizik Mühedisidir...
Ailemin tüm halkaları oldukça eğitimlidir ve çoğunlukla Mühendislerden oluşur, ama kimse benim bu yaşadıklarımı tecrübe etmediğinden bu konuyu içeriden halledebilecek donanıma sahip değildi...

Durumu okul ve özel hocalarıma aktarmayı uygun gördüler...
Rahmetli Zuhal hoca bana her haftasonu en az üç köşe yazarının küpürünü kestirip onları önce yazı sonrada sözel olarak kendisine iletmemi isterdi...
Türk dilini okuma ve okuduğumu anlatmaya sarfettiğim gayreti, İngilizce okutulan derslerime gösteremediğimden hurrraaaaaaa bu sefer Özel Fen hocalarım devreye girdi.

Bir ara eve giren çıkan hocaları takip edemez olmuştum... 2x Lise1 bitirdim dememde hiç abartı yok...

Sene sonu Karne 4 kırıktan oluşuyordu...

Edebiyat, Coğrafya, Kimya ve Matematik...

Çok şükür bu felaket sadece 1 yıl sürdü, o dönem çok ihtiyaç duyduğum yaz tatilime mal olmuşsada, kırıklarımı temizledim... Lise 2 ve 3'ü hiç zorlanmadan bitirdim...
Not almak ve okuyup ezberlemekte sorun yaşadığımdan kendimi, dinlemek ve ezberlemek konusunda eğittim...
Hala da öyle yaparım aslında :)
Gerekli olmadıkça iş toplantılarımda da not almam...

Lise Son ve Üniversite dönemini yarın yazmaya çalışacağım,

Hoşçakalııııın...

18 Ocak 2012 Çarşamba

Rastgele...

Arkadaşlar merhaba,
Blog konusunda son derece acemiyim...
Sayfamdaki saçmalıkların düzelmesi Blogger'ı ne sıklıkla kullandığıma ve kurcaladığıma bağlı oranda, tez zamanda düzelecektir umarım...

Sanırım bu alanı, rastgele oluşan düşüncelerimi ve duygularımı bir hizzaya sokmak ve düzenlemek amacıyla kullanacağım bir süreliğine...
Aslında sayfanın nerelere doğru akacağını biraz da bu rastgelelik belirleyecektir muhakkak.

Benim yaşantım da biraz böyledir aslında.
Rastgele ve spontan...
Plan yaptığımı ve başarıyla uyguladığımı düşünürdüm eskiden, ama geçmişe bakınca ne umup, ne bulduğumun muhasebesini yaptıkça pek de öyle olmadığını görüyorum...
Kimi zaman beklentilerimin üstüne çıktım, kimi zaman da beklediğim gibi sonuçlanmadı birçok şey.
Ama ne olursa olsun, başta çok hoşlanmasamda herbirinin hayrına inanırım bir süre sonra...

Haaa ! Binmek istediğim trenlerin çoğunu kaçırmadım, yakaladım çok şükür...
Kısmetli bir insanmıyım, yoksa gelen kısmeti görebilecek gözlere mi sahibim bilmiyorum ama, cesaret ve azimle çalışıp isteklerimi elde ettiğimi görüyorum...
İkisi de gerekli belkide...

İsteklerimi önce zihnimde hayal etmekle başlıyor ( bu iş, aşk, durum vs. herşey için geçerli olabilir. ) sonra da sanki olmuş gibi hissediyorum ...
Sanırım bu durum algıda seçiciliği doğuruyor ve doğru yer,zaman ve kişileri karşıma çıkarıyor yada farkettiriyor.
Hepimizin aşina olduğu 'Çekim Yasası' kıvamında birşey işte.
Hani insan geçmişte birşeyler anımsar da garip garip sırıtır yada hüzünlenir ya, onun gibi bişey...
Henüz olmamış ama olacak birşeyi, olmuş gibi anımsamak bir nevi...

Sayfamın düzenini, arka fonunu ve 'Munch'un Zihninden' başlığını da bu sebeple seçtim...

Arka fon da görünen netleşmemiş renkli ışıklar, tül bir perdenin ardında gizli kişiliğimin bu sayfaya yansımasını sembolize ediyor. Bu sayfada paylaşacağım düşüncelerim henüz zihnimde netleşmedi;

'Kadın bişeyler söylemek istiyor, da nedir acaba ?' diyebilir, hatta okumaktan da sıkılabilirsiniz.

Ben olaya şöyle bakıyorum;
'En azından ışık görünüyorsa, umut var demektir'...

Çoğunuz Munch'un 'Çığlık' tablosunu bilirsiniz... O da aynen beni yansıtmakta şu an... :)

Zihnim o kadar meşgul ki;
Geçmiş, An ve Yarın'ı sanki bir ısırıkta mideme indirmeye çalışıyorum... ( Bu konulara sonra geleceğiz. )



Kendimden bahsedeyim sizlere;

13,320 Günlüğüm ( Hesaplayın artık.... Yaş konusunda bundan böyle kolay bilgi yok ) :))))

Ankara doğumlu olup aslında nereli olduğumu tam olarak hissetmeyenlerdenim. ( Açıklayacağım az sonra )

İkimizin arasında yıllardan başka kardeş bulunmayan, benden tam 14 yaş büyük bir Ablam var.
Tekne kazıntısının tam ala'sıyım.

Annem'in şu sözü çok hoştur ;

Nasıl yani ? diye soranlara, ' Birine ruj alırken, diğerine emzik alıyordum.' der hep. :)

Haşarı, neşeli, arkadaş canlısı bir mahalle çocuğu olarak başlayan hayatım, 5 yaşında ilkokula yazılmamla son buldu.
Okulun ilk haftası Kaba Kulak oldum ve 10 güne yakın okula gidemedim. Nihayet başladığımda herkes arkadaş edinmiş, oyun gruplarını kurmuşlardı.
Tabiki tek kaldım, okuma dersilerinden de geri kalmam cabası...
Geldiğim ilk hafta, Öğretmenim okumayı sökemediğim ve çok konuştuğum için kızıp elime cetvelle vurmuş Anneme beni şikayet etmişti ?!?!

Annem de hocayı Müdüre tabi :)

Öğretmenimin ne suratını ne de adını unuttum bugüne kadar...
Adı Suna. Güzel kadındı doğrusu... Simsiyah saçlar ve gözler. Up uzuunnn tırnaklar...Parlak kırmızı ojeler. Üüüüffffff.
Panter gibi birşeydi.

Bana 'ÖĞRETTİĞİ' tek şey;

Okulun, 'MECBUREN' gerektiği kadar devam edilen, bitiminde arkana bakmaksızın, koşarcasına kaçınılması gereken bir kurum olduğudur. (Öğretmenlik ne mesuliyet aslında değil mi ? Nedense insanlar o çocuğun birgün yetişkin olacağını hiç düşünmüyor. Acaba kendi hakkında bunca yıl sonra bunları yazdığımı duysa ne düşünürdü ?)

Bulunduğum okulun güvenli olmadığını düşünen annem, beni o okuldan alıp başka bir okula yerleştirdi. Aslında bu pek de hoş olmamıştı, zira henüz yeni filizlenen bir arkadaşlığım da olmuştu kısa bir süre evvel.

Doğru tahmin ettiniz, ben yine yanlız kalmıştım...
Kedilerle, Ardıç çalılarının topaklarını misket yapıp oynardım.
Ancak bu sefer şansıma Öğretmenim fevkalade şevkatli bir kadındı ve antisosyal eğilimler göstermemem için epey gayret ederdi.

O dönem 3 ay sürdü... Tam bişeyler yeniden filizlenmeye yüz tutmuşken, okumayı da sökmüşken sevgili babamın görevi dolayısıyla Londra'ya taşınmamız gerekti.

Ablam, Londra'ya gidişimizden birkaç ay önce çooook genç bir yaşta evlenmiş ve eşiyle olan yeni hayatını düzenlemesi ve Üniversite'yi bitirmesi için maalesef onu Ankara'da bırakmak durumunda kalmıştık..

Ablamı çok severdim...
İlk travman ne diye sorsalar; 
''Ablamın evlenip evden gitmesi ve akabinde onu bırakıp Londra'ya gitmemiz'' derim.

Ayrılık diye bir kavramla tanışmam ilk o dönem olmuştur....

'Davulun sesi uzaktan güzel gelir' misali Londra'ya taşınmakla bu sefer hepten yanlız ve yabancı kaldım... :)

Önce dil öğrenmem gerekti tabi doğal olarak, oysa daha yeni Türkçe yazmayı sökmüştüm...
3 ay boyunca beni,  yabancı uyruklu çocukların bir arada bulunduğu, İngilizce konuşmak ve yazmak konusunda uzman özel bir merkezde eğittiler.
Çocuklar birbirine karşı bazen çok acımasız olurlar...
Yeni olduğumdan ve pek bişey anlamadığımdan olsa gerek, 2-3 tanesi beni sıkıştırıp bir ağaca bağlamıştı ve ''There are snakes here'' diyip beni korkutmak istemişlerdi... Tabi İngilizce çat pat anlayıp konuştuğumdan dolayı SNAKE'i ( Yılan ) bildiğimiz SİNEK olarak anlayıp pek de etkilenmemiştim :)
SNAKE'ten korkmam SİNEK'ten korktuğum kadar deeeermişim.

Yeterlilik derecesi alır almaz bu sefer normal bir İngiliz İlkokul'una göndediler.
(Şimdi yazınca fark ettim de, neredeyse 8 ay içerisinde 1 ülke ve 4 adet okul değiştirmişim.... Bu biraz fazla değil mi ? )

İngiltere serüveni, 1 yıl sürmesi beklenirken 9 yıl sürdü ve 14 yaşıma bastığımda İstanbul'a döndük.

9 yıl getirileriyle, götürüleriyle beraber özet olarak çok olumlu geçti...
Londra'da okuduğum yıllar, her çocuğun rüyasıdır ancak her nimetin bir bedeli olduğunu unutmamalı.. ( az sonra )...

9 yıl boyunca ev'den okula okul'dan eve, kitap, defter götürmek nedir bilmeden yaşadım :)
Tüm çocukluğum spor, doğa ve çeşitli aktivitelerle geçti.
Sınıf geçmek, kalmak diye meselelerden uzak, sözlü yok, sorgu yok, sual yok....

Orada eğitim, yeteneklerini keşfetmek ve kendi potansiyeline güvenmek üzerine kuruludur...
Meyve veren ağaç taşlanmaz, aksine teşvik edilir ki meyve bahçesine dönüşsün diye...
Başarı kıskanılmaz, alkışlanır...
Kıskançlık ayıp ötesi bir duygudur...

Bu öğretiler sayesinde, Istanbul'a dönüşümüzden Üniversite sınavına girene dek ne olmak istediğim konusunda hiçbir şüphe yada gereksiz hırsa kapılmadım...
Öncesinde olduğu gibi sonrasında da ne yapmak istediğimi hep bildim. Yeteneğim ve potansiyelimin fakındaydım.
Ailemin bu konuda tatkısı büyüktür...
Hiç zorlamadılar beni şunu oku, bunu oku diye...

Her nimetin bir bedeli vardır dedim demin ;
İstanbul'a döner dönmez tabi uygun okul araştırmaları başladı, ne de olsa henüz 14 yaşında ve Lise çağındaydım...

Çeşitli okulların sınavlarına girdim.... Robert, Işık vs. ancak tercihimi o zaman henüz açılan Koç Özel Lisesi'nden yana kullandım.

Okul müdürü (nur içinde yatsın Atakan bey) hazırlık sınıfından başlamamın alışma sürecini daha rahat atlatmam açısından daha faydalı olacağını düşündüysede, ailemle Lise 1'den başlamam konusunda mutabık kaldık...

1inci gün ailem bana eski alışkanlıklarımın burada sökmeyeceğini, artık çanta dolusu kitap, defter, tüm ekipmanlarla dolaşacağımı, sınanacağımı, çok konuşmanın ve dikkat çekmenin fayda getirmeyeceği konusunda beni şekilli örnekli uyardılar...
Haaa bir de;
'' Sakın Türkçe'yi bozuk bir aksanla konuşma ve ikide bir araya İngilizce sıkıştırma... Aptal derler'' denildi...

Tabi ilk gün ' Tanrım ben hangi cehenneme düştüm ?' dercesine müfredatta ne varsa  ilgili ilgisiz tüm kitapları çantama tıkıp ilk dersim olan Edebiyat sınıfına girdim, oturdum ve siper aldım...

Kimse bana dokunmasın diye etrafa ters ters bakışlar savururken, sevgili hocam Sabriye hnm. ismimi ansızın anons etti....

''Özlem ........... Şu kitabın şu sayfasını aç ve oku !''
( Bu hep böyle olmuştur.... Hep ilk beni bulurlar.... Nedendir hiç anlayamadım... :) )

Bittiğim andır....

''Ulan 9 yıl geçmiş ben iki kelime okumamışım... Okuyamazsam Koç Lisesinin Suna şubesine mi dönüşecek bu kadın? Cetvel mi vuracak, kitap mı atacak, ne yapacak ?' diye ödüm patlarken, cek cuk cak diye bişeyler okumaya başlar başlamaz,
' Bu nasıl olur !'
diye kadıncağız şok içinde beni durdurdu...

Yer yarılsa da içine girsem diye bakınıyorum tabi sağıma soluma o an...
Dilim tutuldu konuşamıyorum, açıklama da yapmak istemiyorum dikkat çekmeyeyim diye.

Çok şükür Emrah arkadaşım duyarlı davranıp durumu herkesin içinde Hoca'ya aktardı da kadıncağız bir sebep - sonuç bağlantısı kurabildi....
Akabinde gelen 'Ay bilmiyordum'lar ' tabi daha da feci benim için, spot altında olduğumu hissettiriyor filan. Kabustu yaaa :)
Oysa kadın ne yapsın ? 
Toplantıda ona bunun iletilmesi gerekmezmiydi ?
Sınıfımız topu topu 25 kişiydi zaten.

Daha bunun gibi ne örnekler var da baymayayım şimdi.
Zaten çenem düştü.

Hatta ne dicem...
Düşsün be çenem...

Hatırlayabildiğim tüm ayrıntıları buraya not edeceğim.
Bu Blog benim hayatımı anlatsın bir süreliğine.

Psikolog'a gidersem de CV olarak veririm kendisine mesela...

Evet yazıyı bıraktığım yerden devam edeceğim bir ara.....

O zamana kadar RASTGELEEEEE !!!